Toplum olarak sokağı fazla hafife aldığımızı düşünüyorum. Çoğu zaman kaçıyoruz da ondan. Halbuki sokağa inanırım ben. Sokağın ruhu derindir, kavgası sağlamdır, müziği gerçektir. İsyanı vardır sokağın, hatta bazılarının ideolojisi yazılıdır duvarlarında. Hiçbir zaman kendisine sığınanı yalnız bırakmamıştır ki hayattan ayrı düşünülsün. Asıl sokağın içindedir hayat. O yüzden çok severim onun çocuklarını da, kadınlarını da. Bizim korkuyla geçtiğimiz o kaldırımlar, nefes aldığı ilk andan itibaren ne yaşadığını bile sorgulamasına izin verilmeyen bir güzel kız çocuğunun evidir. Anne ninnileriyle değil de, avlusunda mendil sattığı camiden gelen ezan sesiyle büyüyen o çocuk, gün gelir o sokağın kadını olur. Ayıplanır, dövülür, gene de gitmez evinden. Bilir ki başka yerde yaşayamaz. Ağlar belki, biz duymayız. Yazar o zaman. İmzasız izler bırakır duvarlara, biz işten ya da okuldan çıkıp aceleyle bir yere yetişmeye çalışırken göz ucuyla bakarız o fail-i meçhul izlere. O esnada sokak müziği yapan bir gruptan ince ince bir şeyler duyuyoruzdur, gider 1-2 lira atıveririz önlerine. Hep düşünmüşümdür “ulan insan utanmaz mı o parayı atarken?” diye. Ben hep utanırım çünkü. Neyse, demem o ki sokağa inancını kaybetmemeli insan. Sokakta büyüyen nice nesil varken, korkmamalı ondan gelen sesten. Sokak güzel çünkü, sokak biz, sokak hayat. Örnek yaşamın getirdiği bütün zorunluluklar özgürlüğün tadıyla birlikte orada kırılıyor. Huzur da, isyan da, nefes de orada. Aşağıda da benim şahsen çok sevdiğim “sokak sanatı”ndan bir takım örnekler var, dilerim nicesi gelir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder